17 Haziran 2010 Perşembe

bildiklerinden vazgeçmek...

bildiklerinden vazgeçmek, bildiklerini yargılamaya başlamak seni ne kadar sarsar, seni ne kadar yabancılaştırabilir kendine?

aslında sıkıntı yaratmaması gerekir. bizler her gün öğrenen bir öğrenci gibi hayatı okumaya devam ediyoruz. öğreniyoruz, öğrendikçe değişiyoruz, değiştikçe daha çok öğreniyoruz...

sorun varsa ortada veya aymışsak yepyeni bir olaya,
düşünür dururuz hemen, sorgulayıveririz...

sonra yepyeni doğrular buluruz kendimize, yontarız yontarız. sonra bizim olur mu, ona bakarız. Eğer bizim olmuşsa artık eski yargımıza kızarız. Kendimiz dışında bir dünya kurarız... Sonra o dünyayı da...

böyle işte. günlerce yepyeni dünyalar tanırız, kendi dünyamızı ilk anlattığımız kişi ile son anlattığımız kişi karşılaşsa günün birinde bir yerlerde, elmanın çöpü ile güneşin doğuşu arasındaki ilişkiye benzer dünyalarımız... Bir o kadar nerden yazdığımızı bilmediğimiz, bir o kadar uzak...

bu süre zarfında sen cümlenin bütün öğeleri oluverirsin. bir cümlenin öznesi iken, birden o cümlenin noktası olmak da yine senin en büyük yetene(ksizli)ğindir.

dünyaların renklerini yansıtabilirsen, o zaman dünyan da renklerin...

ha! bir de durup dururken kendinden vazgeçersin ya, işte o zaman hepten boku yemişsindir...

10 Haziran 2010 Perşembe

Düşmanımın Düşmanı Dostum Mudur?


Uluslararası sularda bir şeyler oldu geçenlerde, bir kahrolası şiddet vakası... Sularda, yani sonsuz bir özgürlüğü ifade eden mavilerde...

X hükümeti, barış filosunu vurdu. Öldürdü içindeki aktivistleri niye geldiklerini sormadan...Çünkü öldürmek X hükümetinin yapabileceği en kolay şeydi, öldürdükleri için canları hiç yanmıyordu ki...

Bizler...

Sonrasında güne savaş enstantaneleri ile uyandık... Kapattık ellerimizle yüzlerimizi... Nasıl olur böyle bir şey diye? hayıflandık... Her yerde gördük, duyduk, şahit olduk...

Sosyal medya dediğimiz ağlar aracılığla daha çok şahit olduk olanlara...

Karşı durduk, bütün yüreğimizle karşı durduk...

Ben...

Durakaldım sonra, çok yakın bir arkadaşımın profilinde gördüğüm bir paylaşımla şoktan çıkmamışken, daha büyüğünü yaşadım...

X hükümetine değil de, X yurttaşlarına ve bütün yahudilere lanet edercesine; alayının ölmesini istiyordu arkadaşım! Bırak alayınıın ölmesini istemek, zamanında alayını öldürmeye çalışan bir ırkçının, bir diktatörün iğrenç sözleriyle resimlerini paylaşıyordu... O an için "benim arkadaşım" değil dedim...

Sonra kaçmak yerine, konuşmaya karar verdim... Çok dirençli başladım konuşmaya ve ikna ettim paylaşımı kaldırması konusunda....

Sonra baktım ki, bu paylaşımlar artıyor... Zamanında bir dinin bütün üyelerini öldürmeyi misyon edinmiş, öldürmek için tek şartının o dine mensup olması olarak belirleyen bir "katil"in resimleri ile dolu profilller, canım yandı. Hatta "like it"ler hiç bu kadar yakmamıştı canımı...

Hemen bir kısa yazdım, hafızaya aldım... Bütün paylaşımların altına kopyaladım... Sorguluyordum... Kısasa kısas neden? Öldürenleri kınamak için, onları da öldüren birine sarılmak...

Nefret ettim insanlığımdan, gecenin bir yarısı aynanın karşısına geçip; küfürler savurdum... Aynı yolda birlikte yürüdüğümüz insanların bir anlık sinirlerine hakim olamamaları kadar basit değildi olay...

Mutluluklar da yaşadım... Konuşup ikna edebildiklerim, kırılan umutlarıma yeniden ışık tuttular...

Bu olayların yaşanmamasına garanti veremiyoruz bir daha... Peki, her seferinde yol arkadaşlarımın aynı şiddetle karşı duracaklarına?

Hepiniz...

Güvenmek istiyorum!
N'olur inandırın artık beni,
inandırın gerçekten haykırışlarınızın sadece durgun gölde BARIŞa olmadığına...
İnandırın beni, rüzgarlar geçit vermiyorken gemilere, dalgalar falezleri aşıyorken, nehirler en
çılgın zamanlarındayken de vaveylalarınızın BARIŞa olacağına...