25 Kasım 2010 Perşembe

İstanbul'da insanlar yüzünü denize döner...

Bu denize ne zaman yüzümü dönsem beni hep ayakta karşılıyor. Buyur ediyor yanına… dinliyor beni sonuna kadar, cevap da veriyor bazen, ben susuyorum!

Ne kadar soğuk olsa da hava, o sana hep sıcak davranıyor, sana senden daha yakın olabiliyor. İhtiyacın olduğunda ister Karadeniz olsun, ister Marmara tutuyor ellerinden götürüyor seni Ege sahillerine… Akdenizin tuzlu suları tatlı oluveriyor. Karadeniz beyaz oluyor, Marmara temiz…

Yağmur damlaları sanki düşmüyorlar denize, deniz de giyiyor yağmurluğunu… Deniz hepimizden çok seviyor yağmuru, ama o da hasta etmesinden korkuyor!
Bazen düşünüyorum denizleri çok sevsek de, denizler derya değil… Her yerde yok denizler…

Can ciğer bir arkadaşım bir şairin iki dizesinden bahsetti bana… diyor ki şair: “İstanbul’da insanlar yüzlerini denize dönerler, denizle konuşurlar… Ama Ankara’da bu böyle değildir. Ankara’da deniz olmadığı için, insanlar yüzlerini birbirlerine dönerler… “ Çok da doğru söylüyor… Deniz o kadar canlı ki o kadar “can” ki, bazen insanları unutturabiliyor bize. Bu bazen iyi olsa da, çoğu zaman bizi kapatan bir anahtar.

Deniz hoşsun, güzelsin… Ama benden çoğu zaman gidersin… İnsanlar hep bir yerde, yüzüme dönüp mutlaka bakarlar… Hayduta benzettikleri için olsa da bakarlar… Bunu kaybetmek, kendini kaybetmek gibi…

O yüzden deniz, motorun durduğu gibi dur yanıbaşımda ama bastırma beni kendinle…

17.16 / 25 Kasım Üsküdar – Kabataş Vapur

10 Kasım 2010 Çarşamba

son nokta..

hiçbir zaman bu kadar sorumsuzluk ettiğimi hatırlamıyorum...

sıfır gidiyorum, sorgulamıyorum...

bakalım ne olacak, ama biliyorum her şey çok daha kötü olacak!

9 Kasım 2010 Salı

bir sokak tiyatrosu...

bugün bir sokak tiyatrosunda oynuyormuş gibi hissettim kendimi...

yalnız adamı oynadım. senaryo benimdi, yapımcı ben!

bir o sahnede, bir bu sahnede gösterdim kendimi boy boy!

fonda hikayemi anlatan boğuk bir ses, bana gizem katmıyor ki!

eğitim de almadan öncesinden, sahneye nasıl girdiğimi-nasıl çıktığımı da sorgulamadım!

olduğum gibi oynadım!

sonra bir baktım ki, aslında oynamıyorum, oluyorum! ben oldukça o bir yol oluyor ve ben yalnızlığı betimliyorum...

bir metnim olsa, belki de...

oyun olmasın da...

6 Kasım 2010 Cumartesi

ekmek, şarap, sen ve ben...

bir de sabahın dördü...

ne çok denk geliyoruz değil mi ekmek? değil mi şarap? değil mi sabahın dördü?

ne çok kilitli kalıyorum sizde... ne çok!

genelde yollar tamamlıyor devamını...

bir taksi çağırmalı...
bırakmalı şarabı,
almalı yanına sabahın dördünü,
çıkmalı yola!
sabah ekmeği, şarabın üzerine yemeli...

bunların hepsini ben yapıyorum, yazmaya başladığımdam beri bakıyorum da sen sadece başlıkta duruyorsun...

yoksun! hiç olmayacaksın belki de...